Şefkat Erkeğe Yakışır…
Kadını biliriz; anaçtır, yaratıcıdır, doğurgandır, fedakârdır, özverilidir, narindir, zarafettir, kapalı gizemli bir dünyası vardır; yardır, annedir ve yaşamın kendisidir bir anlamda biliriz… Ya da bildiğimizi sanırız…
Prof. Dr. Turgay Biçer
Toplumsal hayatımızı şöyle bir gözden geçirdiğimizde, öyle şeyler vardır ki aslında, yapmasak ta önemlidir ama sırf birilerini mutlu etme adına yapmak zorunda kalırız. Önceleri bizi üzmez yaptıklarımız ama sonraları öyle alışkanlık ve hatta zorlamalar haline gelir ki işte o zaman mutsuzluk engellerini boşu boşuna yaratmış oluruz…
Günümüz insanı evrimleşirken sürekli bir şeylerle savaşmış. Doğayla savaşmış barınmak için, yiyecek bulmak için hayvanlarla savaşmış, medeniyet kurmak ve fetihler yapmak için başka insanlarla ve kavimlerle savaşmış, kendini korumak için düşmanları ile savaşmış ve bugünde bu savaşların bir kısmı hala devam ederken en önemli savaşının “kendi kendisiyle savaşı” haline gelmiş.
Dünya hızla değişip gelişken, insan ve insanlığın yaşadığı büyük sorunlardan birisi de “ahlak” olduğu gerçeği kendini hissettirmektedir. Küçük çocuklara yapılan istismarlar, kişinin sevmediği birine yapılan linç ve saldırılar, hırsızlıklar, nefret söylemleri, haksız kazançlar, yalan dolan ile insanları aldatmak, canlı bombaların insanların hayatlarına kast edişleri vs. vs. vs…
Sevginin çeşitleri çoktur; çeşidi, konu ve objesi veya nesnesi ne olursa olsun sevgi evrensel bir duygudur ve insanlığın bekası için gereklidir. Sevgi, insanı insan yapan ve insanlaştıran, barışı, huzuru, mutluluğu getiren; paylaşmayı öğreten, savaşları durduran, anlamaya, vermeye ve birlikte var olmaya dönük duygu düşünce ve davranışların bütünüdür kanımca.
Titanlar Filmini izleyenler bilir. Bir hem de siyahi Amerikan Futbolu antrenörü olan Denzel Washington, sporu bir enstrüman gibi kullanarak birbirlerine öfke duyan siyah ve beyaz öğrencilerden oluşan takımı sürekli kazanan bir ekip yapmakla kalmayıp, Karakterlerini de geliştirmeyi amaç edinir.
Son günlerde gittikçe artan ve oldukça sık yaşadığım bazı durumlar olmaya başladı. Kimle karşılaşsam, işimden ve benim ne yaptıklarını bildiklerinden, “Turgay Hocam, beynimi formatlayacak bir şeyler öner” diyorlar. Özellikle son günlerde oldukça olumsuz düşünce girdabında olduklarından, kötü bir şey olacak hissinden ve hiçbir şeyden tat alamadıklarından şikâyet etmekteler.
Bir an hiç duygularımızın olmadığını hayal edelim. Hiçbir şekilde üzülmüyor, kızmıyor, endişelenmiyor, sevinmiyor, heyecanlanmıyor, mutlu olmuyoruz. His nedir bilmiyoruz. Nefret, sevgi, intikam duygularından haberimiz yok. Kimseyi ötekileştirmiyor; aynı zamanda yakınlık duymuyoruz zira aklımıza gelmiyor.
Yıllar önce duyarlık göstergesi olarak inşaatlarda “çevreye verdiğimiz Zarar İçin özür Dileriz” tabelalarını görünce mutlu olmuş; ”nihayet insana değer verilmeye başlandı” demiştim. Sonradan her yeni inşaat sahasının yanına böyle tabelalar asıldı ve bir anlamda “topluma saygı işareti olarak” – ya da biz öyle kabul ettik- benimsenmeye başlandı.
Kitaplar, “Kişide istenilen davranış değişikliği” olarak yazar eğitimi. Sadece davranışa indirgenmiş; hangi davranışların eksik olduğu, kim ve ne için sorularının eksik kaldığı ve buna kimim karar vereceği pek yazılmaz. Dolayısıyla tek taraflı ve ezber haline gelmiş bir kabul olsa da muğlak içeriği nedeniyle herkes kafasında bir değişimi algılar ve içeriğini kendi oluşturur.
İnsan ilişkilerini derinden etkileyen ve bir o kadar da kişiyi özgürleştiren veya tutsak eden olgu kişinin kendisi, çevresi ve başkalarıyla ilişkilerindeki sınırlardır. Zira sınırlar doğru, tam ve net olmaz ve çizilmezse bir takım sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz olacak ve herkes bundan zararlı çıkacaktır.
Yaşam kalitemiz, kendimizle ve başkaları ( insan, hayvan, çevre, ağaç, eşya vs) ile kurduğumuz iletişimin kalitesine bağlıdır dersem her halde pek itiraz etmezsiniz. Zira kendimizden başlayarak, yaşadığımız eko sistemle yani bizim dışımızdaki varlıklarla iletişimizi mutluluğumuzu ve başarılarımızı belirleyecektir.
Sabah yürüyüşlerim benim sporculuk sonrasında devam ettirdiğim; huzur bulmak, sakinleşme, düşünmek ve daha birçok faydası olan bir alışkanlığımdır. Herkese yürümeyi bir şekilde tavsiye ederim ve hatta daha ileri giderek diyorum ki, tüm ülkeyi şöyle bir yarım sat yürütelim vallahi her türlü soruna rağmen insanlarımızın mutluluk düzeyimizde büyük bir kazanım elde ederiz ülke olarak…
İnsan gençken, gençliğin enerjisi ve toy olmanın cesaretiyle her şeyi yapabileceğini düşünüyor ve geleceğe çoğunlukla umutlu bakıyor. Kafasındaki insan, dünya ve gelecekle ilgili o kadar farklı algılar var ki onu gerçek sanıyor ve korkusuzluğun verdiği cesaretle abartılmış bir özgüvenle dolaşıyor
Adı sanı sanlı bir süper markette ( büyük pazar) sabah alışverişi yaparken bir kadın beğenmediği sebze ve meyveler için markette çalışan ve reyonu düzen orta yaşlı bir çalışana, “ kardeşim koskoca Bağdat caddesinde sebzelere bak. Neden daha iyisini getirmiyorsunuz, ayıp olmuyor mu? Bu kaçıncı böyle. Siz ne iş yaparsınız?..” gibi serzenişte bulundu.
Bizim ülkemiz ne garip. Kimi dinlesem iyi, nazik, kibar ve “efendi” davranışlarından dem vuruyor ama sonra bu iyiliklerinden pişman olduklarını anlatıyorlar. Zira onlara göre kendileri ne kadar iyi, nazik ve müşfik davransalar, insanların onları ciddiye almadıklarından ve bu davranışları bir zayıflık olarak kabul ettiklerinden yakınıyorlar.
Çıldırmak işten bile değil !.. Sosyal medyada önüne gelen aforizmalarla felsefe dersleri veriyor; psikolojik eğitimi olmayanlar - ki bunlar “psikoloji” nasıl söylenirden haberi yok, - piskoloji olarak telaffuz ediyorlar- Yaşam! Koçluğu yapıyor, - neyse o- yol gösteriyor veya bilmem ne alanında uyduruk eğitim almışla
Son günlerde hemen hemen her konuda ne kadar büyüdüğümüz; bilmem kaçıncı büyük ülke olduğumuz, büyüme hızında x rakamı yakaladığımız gündemi işgal ediyor ve kafalarımızda büyük olmaya karşı güzel bir duygu uyanıyor doğal olarak.. ?Büyük olmak gelişmeyi kapsar mı? sorusuna yanıtımız sanıldığı kadar olumlu olmayacaktır. Çünkü her b&u
İnsan öğrenmeden ve dünden farklı birisi olmadan yaşayamayacak tek canlıdır. Hayvanlar yaşayacak temel beceriler dışında öğrenmeyi bırakır ve içgüdüleri ile davranır. Ama insan öyle değildir; yaşamını daha iyiye götürmek için bir şekilde öğrenmeyi yaşamının merkezine almak ve öğrenmeye aç ve açık olmak zorundadır.
Yediden yetmişe adına “akıllı telefon”lar denen ama “insanların aklıyla alay eden” bir araç olan bu telefonlarla, insanlar başları önde garip duygularla sanal denilen ve gerçekliği sorgulanan yaşamların içinde adeta kaybolmaktalar. Öyle bir bağımlılık olmuş ki, hepimiz bu akımdan bir düzeyde nasibimizi alıyoruz ve sanal denen bu dünyanın büyülü dünyasına dalmaktan geri kalmıyoruz...
Son günlerde etrafımdaki insanların çoğunluğunun mutsuz ve karamsar görüyorum. Sürekli endişe ve karanlık söylemlerle yasladıkları anı hem kendilerine ve hem de başkalarına zehir ediyorlar. Resmen enerji emici gibi davranıp içinde bir parça yaşam umudu olanlara da başka gezegenden gelmiş gibi davranıyorlar.
Ummadığımız anda bir biyolojik bir salgın biz dâhil tüm ülkeleri hazırlıksız yakaladı. Virüsü anlayana ve ne yapacağını kestirene kadar bir anlamda herkes bir sınavdan geçti. Bu sınavdan kendini çabuk toparlayan ülkeler oldu ama bizim ülke bu sınavda ne kadar başarılı oldu dersek kafalar karışık diyebilirim.
Sosyal medya hayatımıza girdi gireli özellikle bazı anlı şanlı ve unvanlı kişilerin her fırsatta karşımıza çıktığını görüyorum. Önceleri beni rahatsız etmiyordu ve hatta bazen onların yaptıklarından öğrenme ve düşünme çalışmaları yapıyordum ama son günlerde öyle bazı isimler ver ki – çoğu akademisyen..
İnsanlara, okul ve eğitim anılarını sorduğunuzda bazı iyi anılar dışında genellikle belleklerinde kötü anılar vardır. Bu kötü anıların çoğu derslerin sıkıcılığı, okulun faliyet alanlarının sadece dersler olduğu ve spor, sanat gibi etkinliklerden yoksunluğu, mesafenin uzaklığı, karmaşası, ezbere dayalı oluşu, öğretmen ve